24 Ağustos 2015 Pazartesi

Satranç öğreniyoruz: 2. Kısım

Evet satranç öğreniyoruz serisinin ikinci yazısı ile karşınızdayım. İlk yazıda neden satranç öğrenmeliyiz sorusunun cevabını vermiştik. Aslında cevabını vermiştik değil de cevabını aramıştık daha doğru olur sanırım. Neyse bir şeyler yazıyodu ve bu da yeterli bence. Bu seferki yazıda satranç tahtasını yakından inceleyeceğiz. Bir şeyleri yakından incelerken ne kadar yakından incelersek o kadar iyidir diyemeyiz. Büyüteci gözünüze çok yaklaştırırsanız görüntüyü netleştirmek yerine bozar. Aynı mantık burada da geçerli. Belirli bir mesafeden inceleyeceğiz. Neyse bu teknik detayları geçelim. Satranç tahtası eğer dinlemesini bilirseniz size birçok öğüt verir. Öncelikle Satranç tahtasının şeklinden başlayalım. satranç tahtası karedir. Her kenarı eşit boydadır ve köşeleri vardır. Toplam 4 köşeşi 4 kenarı vardır... Sonuçta her şeyden hayat dersi çıkaracağız diye bir kaide yok, bu sefer geometri adına bir şeyler öğrenmiş olduk.(Öğrenmiş olduk demek yerine hatırlamış olduk desek daha doğru olur muhtemelen.) Peki bu basit bilgileri hatırlamanın bize ne yararı var? Umuyorum ki eylemlerinizin çıkarlarınızla ilişkisini sorgulamayı bu blog ile sınırlı tutmuyorsunuzdur. Eğer öyleyse hayat hakkındaki birkaç detayı kaçırmış olabilirsiniz. Peki bu kötü bir şey mi? Mesela sihir gösterilerinde numaranın nasıl yapıldığını çözemeyenler çözenlere göre daha çok eğlenir, dolayısıyla hayat hakkındaki bazı konularda az fikir sahibi olmak daha eğlenceli bir yaşantı sağlayabilir bize. Zaten şu anki insanlar genel olarak "anı yaşa, bugünün tadını çıkar" falan diyorlar. Öte yandan Platon "Sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değer değildir." diye bir laf etmiş. Öyle düşününce yaşam tarzımızı bayağı bi değiştirmemiz gerekiyor. Neyse hayatımızı 2400 sene önce ölmüş bir adamın söylediği lafa göre şekillendirmek çok saçma. Zaten sadece bilmek değiştirmeye yetmez. Biraz insanın keyfini kaçırır o kadar. Eğer değiştiremeyeceksek neden acı çekelim ki boş yere? Bu konuya başka bir açıdan bakarsak: Ölü insanların sizden sağlayacakları çıkarları yoktur, diriler konusunda ise tam böyle söyleyemeyiz. Dolayısıyla ölü biri tarafından kandırılma ihtimaliniz yaşayan biri tarafından kandırılma ihtimalinizden kat kat düşüktür. Eğleneceğinizi bilseniz kandırılmayı kabul eder misiniz? Bugünün tadını çıkarırken bir şeyler kaçırıyor olabilir miyiz? Evet bilmek tek başına değiştirmeye yetmez ama değiştirmenin ilk adımıdır ve ilk adımlar da en az son adımlar kadar önemlidir.

13 Ağustos 2015 Perşembe

Sonsuza kadar sayarsak ne olur?

Elimize bir ip alıp sallamaya başlayalım(Ya da sallarmış gibi düşünelim, genelde düşünmek ve yapmak arasında büyük fark var ama bu seferkinde pek olmaz sanıyorum.) "Sallanmıyo bu" derseniz ucuna taş falan bağlayabilirsiniz."Ama o zaman da tehlikeli olur." derseniz sakız yapıştırabilirsiniz. "Sakızım yok" derseniz neyse bu tür basit engellerin bizi gerçekten uzaklaştırmasına elbette izin vermeyeceğiz. Deneye geçelim: İpi salladığımızda önce havayı hissederiz. Daha hızlı sallarsak ipin oluşturduğu rüzgar artar, daha da hızlanırsak ip ses çıkarmaya başlar.(Kırbaç gibi düşünebiliriz.) Yani önce rüzgar sonra daha çok rüzgar sonra ses oluyor. Sayı saymak da ip sallamaya benziyor olabilir mi? Saydıkça daha büyük bir sayı elde ediyoruz. Belki bir yerden sonra sayılar biter ve başka şeyler gelmeye başlar arkasından. Bence denenebilir. Zaten neleri denemiyoruz ki?

Kapı, pencere ve duvar

Bu yazının günlük hayatta sürekli karşılaştığımız bu eşyaları (Aslında eşya doğru kelime olmadı gibi ama şu hayatta bir sürü yanlış şey varken buradaki yanlışın çok da önemli olduğunu düşünmüyorum. Eğer böyle deseydim bu oldukça yanlış bir savunma olurdu. Diğer insanların yaptığı hataların benim hatamı meşrulaştırma yeteneği maalesef ki yok. Olsa güzel olmaz mıydı? Güzel olurdu. Belki de olmazdı.) derinlemesine inceleyeceğimiz bir yazı olmasını planlıyorum. Bakalım olacak mı? Pencere ve duvarın ne farkı vardır? Pencerelerin arkası görünür, duvarın gözükmez; pencereler açılır, duvarlar açılmaz. Aslında bunların hiçbiri aralarındaki farkı açıklamaya yetmez zira bazı pencereler açılmaz, arkasını görebileceğiniz cam duvarlar olabilir, falan filan. Peki neye pencere deriz neye duvar deriz? "Niye pencere deriz niye duvar deriz?" olarak da sorabilirdik bu soruyu ama saçma olurdu.(Kanaatimce saçma lafı güzel bir iltifat. Umuyorum ki ilerde bir yazıda değinirim.) Duvarlar korur ve sıkıştırır insanı. Görüş mesafenizi birkaç ışık yılından birkaç metreye düşürür. (Yıldızları görebiliyoruz sonuçta dışarı bakınca.) En önemli duyumuzun bu derece kısıtlanmasına nasıl katlanıyoruz peki? Pencereler sayesinde. Pencereler bize kaybettiğimiz görüş mesafesini geri verir ve genelde açılıp kapanır oldukları için kontrolün bizde olduğunu düşünmemizi sağlar. Pencerelerin bizim üstümüzde oluşturduğu sahte özgürlük duygusu sayesinde 5 duvar arasında sıkışmanın çok korkunç olduğu gerçeğini görmezden geliriz. Pencereler bizi kandırır. Pencerelerin kandıramadığı insanlar da vardır tabii ki. Gezmeyi seven insanlar aslında bu yüzden gezmeyi severler. Duvarlardan kaçmak için gezerler. (Ben gezmeyi pek sevmem, şahsi fikrim gezmenin dikkati dağıttığı yönünde ve dağınık bir dikkat ise pek bir işe yaramaz. Güneş ışınları gibi düşünebilirsiniz. Kalın kenarlı mercek dağıtır, ince kenarlı mercek toplar. Bu merceklerden birisi ateş yakabiliyor. Hangisi olduğunu belirtmeye gerek duymadım ama ne hikmetse bu cümleyi yazmaya gerek duymuşum. Devam edelim.) Aslında pencereler sadece duvarların içindeyken değil, dışarıdayken de bizi kandırıyolarmış gibime geliyor. Çok şüpheli davranışları var. Ben genellikle hareket eden ama yerinden kımıldamayan canlılara karşı şüpheyle yaklaşırım. Peki yazının başlığındaki kapıdan niye hiç bahsetmedik? Çünkü kapılar duvarlar gibi önümüzde aşılamaz engeller oluşturmaz ya da pencereler gibi bize sahte bir özgürlük sunmaz. Haklısınız bunlar kapılardan bahsetmememi haklı çıkaracak nedenler değil. Zaten kapılar da böyle. Eğer doğru anahtarınız varsa hak edip etmediğinize bakmadan açılır. Bu açıdan bakınca çok adi gözüktüler gözüme. 

10 adımda felsefe

17.) Adımları hızlandırmak Küçükken bir hikaye okumuştum. Adamın biri at arabasını elma ile doldurmuş, yolda gidiyormuş. Bir süre ilerledikt...