Sanıyorum ki başlık yeterince açık. Bugün "nasıl felsefeci olunur" konusu hakkında derinlemesine bir inceleme yapacağız. Fark ettim ki eğer çok derine inersek hedefimizi ıskalıyoruz. Bıçağı eline iyice batırırsan öbür taraftan çıkar ya onun gibi. Aslında elinize batırmanıza gerek yok elmaya batırsanız da öbür taraftan çıkar veya maket bıçağıyla masada kağıt keserken masa örtüsünü de kesmeniz buna örnek gösterilebilir. Peki bunu açıklamak için bu kadar fazla örneğe ihtiyaç var mıydı? Bu soru bu haliyle eksik. Bu kadar örneğe "ne" için ihtiyaç var mıydı. Felsefenin ilk adımı budur.
Eksik sorular sormak. Atış talimi yaparken önünüze hedef koymazsanız ıskalamazsınız da. Eğer sorduğunuz sorular eksik olursa cevaplar hiçbir zaman yanlış olmaz. Ayrıca daha havalı oluyo böyle sorular. Eğer tam soru sorarsanız bu sefer uğraşmanız gerekir, beyninizi kullanmanız gerekir ki bu hiç de zevkli değildir.(En azından benim için. Yok etmek üretmekten daha zevkli, öbür türlü olsaydı bilgisayar oyunlarının çoğu üretme üzerinde kurulu olurdu ama oyunların çoğu yok etmek üzerine. Niye? Çünkü daha zevkli.)
Beyninizi kullanmamak da ikinci adım oluyor. Boş verin yav başkası düşünsün, sizin yapmanız gereken beyninizi kullanıyor gibi görünmek. Diğerleri sizin düşündüğünüzü sanmalı ki felsefe falan olsun işte sonunu tam toparlayamadım ama anlamışsınızdır."Bana ne diğerlerinin ne düşündüğünden ben kendim için yaşarım." diyebilirsiniz. Eğer derseniz sizi gerçekten takdir ederim yavaş yavaş ilerleme kaydediyorsunuz demektir. Bu cevap çok ikiyüzlü bir cevaptır. İlk cümlesiyle benim hipotezime karşı çıkıyor.(Güzel bir şey) İkinci cümlesi ise kendisini destekliyor gibi görünmesine rağmen konuyla tamamen alakasız.(Daha güzel, tam bir üçkağıtçılık örneği.) Kimse senin kimin için yaşadığını sorgulamıyordu. Bunun gibi iki cümleli cevaplarla konuyu değiştirerek cevap vermek istemediğiniz sorulardan (Tam sorulardan) kaçabilirsiniz.(Bu arada şizoid kişilik bozukluğu haricinde diğer insanlar başkalarının düşüncelerini umursar. Ben kimsenin ne düşündüğünü umursamam diyen adam zaten baştan kaybetmiştir tartışmayı. Madem umursamıyon ne düşündüğümüzü neden bize söylüyorsun bunu, söyleme o zaman umurunda olmamamız lazım. Burada senin sorup sormamanla ilgisi yok ben istedim ve söyledim demeli başka türlü kurtaramaz. Bu sefer de yani biz burada olmasak da sen kendi kendine bunu sesli bir şekilde söyleyecektin değil mi derim. O da evet diyerek yalan söylemeli ya da yenilgiyi kabul etmeli. Evet der. Ben de onu yalancılıkla itham ederim, o da bana hakaret eder belki, sonrası bulanık ne desem yalan olur. Aslında ne desem yalan olur demek ne desem doğru olur demek gibi bir şey.) Eğer bu muhabbeti şizoid kişilik bozukluğu olan biriyle yapsakdık şöyle olurdu:
-Sen diğer insanların ne düşündüğünü umursuyor musun?
-Evet. (Yalan ama muhabbet etmek istemiyo adam. Umrunda değiliz.)
Üçüncü adıma geçmeyelim şimdilik. İki adım yeter. Size birkaç örnek bırakıyım onlara çalışın
İki tane neye yeter? İki tane niye yeter? hangisi daha güzel bir soru?
Bu üç sorudan hangisi daha güzel bir soru?
Bir örnek bulabildim. Yeter bence. Neye yeter? Her şeye, bazen de hiçbir şeye.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder