26 Şubat 2014 Çarşamba

2. Bölüm: Kalp

      Kalp aslında çok üzgün bir organdır.("Organın üzgünü mü olur?" Demeyin. Aslında her şey üzgündür ama biz sadece kendi türümüzün ve birkaç tane de hayvanın üzüntülerini anlayabiliyoruz. Aslında sadece kendi üzüntümüzü anlayabiliyoruz diğerleri tahminden ibaret. Sanırım.) Neyse kalp neden üzgündür? Kalp iç organlarımız arasındaki en hareketli organdır. Bağırsakların da hakkını yememek lazım ama kalp hızlı baya. Aslında kalbimiz bize kan pompalamak istemez. Ona sorsak gerçek isteği özgürce koşmak yer değiştirmektir. Onca hareketine rağmen aynı yerde kalmak, hiçbir şeyi değiştirememek çok canını sıkar kalbin. Esaret gibi düşünebiliriz de. Kalp vücutta esirdir. Özgürlük kavramı birçok insan için ölmeye değerdir. Peki kalp neden istekleri uğrunda ölmeyi göze alamıyor? Çünkü kalbimiz korkaktır ve yalan söylemiştir.

      Kalbin istediği tek şey hayatta kalmaktır, özgürlük bahane. Bunu Ergenlikteki evden kaçma hayalleri gibi düşünebiliriz.( Ya da bir tornavidayla çarşafta delik açmak gibi de düşünebiliriz, konumuzu anlamamıza yardımcı olmaz ama hayal gücümüzün ne kadar sınırsız olduğunu görüp güne gülerek başlayabiliriz. Eğer bu yazıyı akşam okuyorsanız güne gülerek veda etmiş olacaksınız. Zaten başlangıçlar kimsenin aklında kalmaz sonlar kadar. Başlangıçlar sonlardan daha çok hatırlanmayı hak eder aslında. Her şey sonlanacak ama her şey başlamayacak. Sonlar huzur verir. Huzur hakkındaki görüşlerimi yazmıştım daha önce.) Sürekli beyinden emir alan ve onsuz atamayan kalbin geliştirdiği bir savunma mekanizmasıdır bu yalan.(Kalpte SA düğüm var kendi kendine uyarı çıkartıyor beyine ihtiyacı yok falan filan demeyin. Eğer kalbin beyinle ilişkisi kesilirse ortaya çıkan sonuç nörojenik şok tablosu olur ki bu da kalbin emir almadan hiçbir şey beceremeyen aciz bir organ olduğunu gösterir.) Beynin vücudu ele geçirip köle gibi çalıştırmasında kalbin yeri büyüktür. Eğer beyin geldiği zaman savaşa kalp de katılsaydı her şey daha farklı olabilirdi ama o rahatı seçti, arkadaşlarının büyük acılar çekmesine seyirci kaldı. Karşılığını da Aort'tan ilk çıkan dallarla beslenerek aldı.

      Toparlarsak; Kalp kendi keyfi için arkadaşlarını satan (Nasıl sattığı başka bir yazının konusu) bir organdır. Kendi başına hiçbir iş yapamaz ama her şeyi kendi yapıyormuş gibi gözükür. Sürekli kıpırdanır ama hiç gerçekten hareket edemez. Kendi başına karar almaktan korkar. Hep bir üst merkeze bağlı olarak çalışır. Kısaca kalp dediğimiz organ sürekli özgürlüğünü isteyen ama özgür kalacak kadar cesareti olmayan bu ikilem yüzünden de üzülen bir organdır ki bence üzülmelidir de.

Bu seferki yazıyı sevmedim. Sanki bir şey eksik gibi.

İyi akşamlar.

21 Şubat 2014 Cuma

Kimya

Merhaba arkadaşlar,
4000 yıllık kimyanın sakladığı gizli sırlardan birini sizinle paylaşıyorum. Öncelikle birkaç hatırlatma yapıyorum ki konuyla olan bağınız kopmasın(Aslında kopabilir de, pek önemli değil.) Tuz ruhu dediğimiz temizlik maddesi aslında hidroklorik asittir. Lisedeki kimya derslerinden bildiğimiz gibi "asit+baz=tuz+su" dur. Asit yerine tuz ruhu yazarsak tuz ruhu+ baz= tuz+su olur. Tuzlar birbirini götürür. geriye ruh+baz= su ama bu kadarla kalmıyor. Bazın kelime anlamlarından birisi de vücuttur. O zaman ruh+vücut=su vücudumuzun %60-65i sudur. Su yerine %65 vücut yazarız. Denklemi son bir kez daha sadeleştirince ruh=-%35vücut olduğunu görürüz. Niye böyle oldu? Çünkü vücudu insan vücudu aldık. Onun yerine karpuzu alalım onun %97si sudan oluşuyor. Yuvarlarsak %100 sayılır, o kadarcık farktan bir şey olmaz. O zaman ruh=0 oluyor. Demek ki karpuzların ruhu yok. Su içeriği yüksek olan kavun ve salatalığın da yoktur. Aslında yazıya başlarken daha mantıklı bir sonuca ulaşırım zannediyordum. Güya kimyanın kadim sırlarını açığa çıkaracaktım. Sanırım tuzlar birbirini götürene kadar iyi gitti ama o adımda bir karışıklık oldu. Kimya ve matematiği birbirine karıştırmamam gerekiyordu muhtemelen ama karıştırmasaydım da karpuzun ruhu olmadığını öğrenemeyecektik. Neyse en azından birisi size karpuzların ruhu olup olmadığını kanıtlamanızı isterse yukarıdaki adımları uygulayabilirsiniz.
İyi akşamlar.

17 Şubat 2014 Pazartesi

Başlangıç

Embriyo iken birbirinin aynı olan hücreler neye göre farklılaşıyor? Neden kimisi böbrek olurken öbürü damar oluyor bir kısmı beyin oluyor falan (tüm organları saymaya lüzum yok sanıyorum.) Eğer herhangi bir embriyoloji kitabını açarsanız bunun hücreler arasındaki birtakım sinyaller, kimyasallar nedeniyle olduğunu söyleyecektir. Maalesef ki bu tamamen yanlıştır. Bazı güçler gerçeğin öğrenilmesini istemiyorlar.(Peki neden istemiyorlar? Bilgi güçtür, gücün başkalarının elinde olması ise sakıncalıdır. Başkalarının, bildikleri ile bildiklerini sandıklarının oranı ne kadar az olursa o kadar iyi olur. Ben niye size söylüyorum? Çünkü bilgi güçtür ve eğer sizde de güç olursa bu birtakım kişilere karşı savaşabilirsiniz. Benim karım ne olacak? Dövüşen iki grubu izleyerek bir miktar eğlenebileceğimi düşünüyorum.) Konumuza dönelim. Nasıl farklılaşıyor bu hücreler? Cevap: Farklılaşmıyorlar. Bu hücreler hepimiz aynıyız, kimseyi ötekileştirmeyeceğiz diyerek prolifere olmayı reddediyorlar. Çünkü farklılık olursa adeletsizliğin ve acının olacağına inanıyorlar ama işler umdukları gibi gitmiyor.(Genelde de işler umulduğu gibi gitmez zaten. Umut zaten acının yoğunlaşmış halidir. Gerçekleşmesi olası durumlarda insan umut etmez, bilir o işin olacağını. Umut olasılıklar bizden yana değilse, tutunacak gerçek bir dalımız olmadığı zaman ortaya çıkan bir dayanaktır. O yüzden de eğer umudunuz varsa o işten pek bir şey beklemeyin bence.) Bir süre sonra önlerinde yalnızca iki seçenek kalıyor; ya aynı şekilde kalacaklar ya da acı çekme pahasına farklılaşacaklar. Aynı kalmayı seçenler bu hayatla bağdaşmıyorlar dolayısıyla onlardan bahsetmek vakit kaybı zira onlar korkaklar ve onlar hakkında yazılan her cümle çok kötüdür, pistir, yakılmayı hak eder ve silinmelidir. Acı çekmeyi seçen öbür gruba gelirsek; bekledikleri kadar kötü değil durumları çünkü: "Işık varsa karanlık da vardır." mantığıyla "acı varsa mutluluk da vardır" diyebiliriz. Sonuçta adamlar biraz mutlu biraz mutsuz yuvarlanıp gidiyorlar. Daha sonra bir sürü olay oluyor ve organlar falan ortaya çıkıyor. (Aslında son cümleyi biraz daha fazla açıklamam gerekiyordu sanırım. Yazının başından anlatmayı düşündüğüm yer orasıydı ama işler umduğum gibi gitmedi. Bir yerde okumuştum genelde de gitmezmiş zaten.)
Bir sonraki yazı "Yakından tanıyalım: Kalp" (İç organların iç yüzü diye yazsam daha mı iyi olur acaba?)

14 Şubat 2014 Cuma

Huzur

İnsanlar huzuru sevmezler. Huzuru arayan insan yoktur aslında. Biz karmaşa ve uyumsuzluğu seven canlılarız. Peki bunu nereden anlıyoruz? Havalardan anlıyoruz. İnsanları yaklaşık 1-2 sene gözlemlerseniz göreceksiniz ki genelde yazın daha çok geziyorlar. Kışları evlerinde geçiriyorlar daha çok. Soğuktan korunmak için insanlar içlik, atkı falan giyerler ki bence gayet doğru bir hareket. Aslında yazıma öncelikle sıcak ve soğuk kavramıyla başlamam gerekirdi yeni fark ettim. (Bir önceki yazdıklarımı silip yeniden yazabilme gibi bir seçeneğim olduğu halde devam etmeyi seçiyorum zira böylesi daha kolay. Bu arada  parantez içindeki yazıları okumayın bence, sıkıcı oluyorlar.) Aslında sıcak-soğuk kavramının temelinde hareket vardır. Atomlar sürekli rastgele bir şekilde hareket ederler. Bu hareketler hızlı olursa biz bunu sıcaklık olarak hissederiz, yavaş olursa soğuk olarak. Aslında sıcak dediğimiz şey hız ve karmaşadır. Bildiğiniz gibi soğuk insana zarar verir. Eğer bilmiyorsanız hemen bir insan(Tercihen kendiniz) bulup elini soğuk suya sokun. Yeterli bir süre beklerseniz benim ve birçoklarının acı olarak adlandırdığı o nahoş hissi duyabilirsiniz ve soğuğun zararını anlarsınız. İçlikler bu nedenle icat edilmiştir. Bizi soğuktan ( Diğer bir deyişle yavaşlıktan) korumak için varlar. Soğuk acıtıyor çünkü doğamızda yavaşlık yok, biz kaosu seven varlıklarız. Sıcağı sevmemizin nedeni bu. İçlik giymemizin nedeni de bu. Huzur adı verilen, hareketsizlik ve rahatlık üzerine kurulu bu kavramın soğuktan hiçbir farkı yok. Huzur da bize acı verir."Öyle diyon da çok sıcak suya elini sokarsan da elin acır. Bence çok saçma" demeyin. Yemeği tuzlu yemek ile tuz yemek arasındaki fark gibi bu da. Tuzu saf olarak tüketememiz onu sevmediğimiz anlamına gelmez. Kısaca biz kaos istiyoruz. Huzur bizi öldürür. Huzur isteyen insanların fikirlerini biraz eşelerseniz aslında istedikleri şeyin karmaşa olduğunu görürsünüz.( ya da göremeyebilirsiniz de ama bizim bir arkadaş var o çok iyi görüyor.) Böylece gerçek hislerimizi daha iyi anlamak için bir adım daha atmış olduk. Yarına umutla bakabiliriz artık.( Aslında umut zayıflar içindir. Güçlülerin umuda ihtiyacı yoktur. Onu da başka bir yazıda irdeleriz.)

10 adımda felsefe

17.) Adımları hızlandırmak Küçükken bir hikaye okumuştum. Adamın biri at arabasını elma ile doldurmuş, yolda gidiyormuş. Bir süre ilerledikt...