24 Ekim 2016 Pazartesi

10 adımda felsefe

14.) Yokuşlar ve merdivenler
Felsefenin önemli konularından biridir yokuşlar ve merdivenler. Bir engeli aşmanın ilk kuralı karşınızdaki engelin yokuş mu yoksa merdiven mi olduğunu anlamaktan geçiyor. Yokuşlardan başlayalım. Vazgeçtim merdivenlerden başlayalım. Merdivenler kademeli bir şekilde yükselirler. Eğer ilerlemek istiyorsanız ayağınızı belirli bir yüksekliğin üstünde kaldırmanız gerekir yoksa ilerleyemezsiniz. Süreklilik önemli değildir, bir basamakta istediğiniz kadar bekleyebilirsiniz. Gücünüzü toplayınca bir sonraki basamağa çıkarsınız.(Örneğin: 20 cm'lik basamak varsa ayağınızı 20 cm kaldırmanız gerekir. 100 kere 10 cm kaldırmanız bir işe yaramaz.) Yokuşlar ise farklıdır, yokuşta ilerlemek için bir alt sınır yoktur santim santim bile ilerleyebilirsiniz isterseniz. Fakat yokuşta dinlenemezsiniz, yokuşta durmak sizi yorar. Bazen yuvarlanırsınız aşağıya ve en başından başlamanız gerekir. Merdivende durmaya benzemez. Merdivende yuvarlanmazsınız, sadece aynı basamakta durursunuz. Günlük hayatta bir sorunla karşılaşınca kendinize sormanız gerekiyor. Bu sorun merdiven mi yoksa yokuş mu? Bunu çözmek için atacağım adımların belirli bir seviyede olması mı gerekiyor yoksa ufak ufak yapılabilir mi? Bu sorunu yarım bırakmak beni yorar mı yoksa bekleyebilir miyim? Hazır bunları sormuşken eski insanlar yağdan sabun yapmayı nasıl akıl edebilmişler bunu da sorun kendinize.(Cevabı bulursanız bana da söyleyin ben merak ediyorum çünkü.) Neyse konumuza dönelim. Bunlar ne işe yarayacak peki? O kısmını düşünmedim pardon. Konunun ana fikri nedir peki? Bazen bir basamağı çıkmaya gücünüz yetmez. Ne kadar denerseniz deneyin başaramazsınız, o zaman çabalarınızın bir değeri de kalmaz. Ölene kadar aynı basamakta beklemek zorunda kalırsınız. Keşke bu merdiven değil de yokuş olsaydı dersiniz kendi kendinize. Bu basamakta takılı kalmaktansa yuvarlansaydım yokuştan ve en başından tekrar deneyebilseydim dersiniz. Eğer en başladığınız yere döndüyseniz sorun yok çünkü tekrar tekrar deneyebilirsiniz. Esas sorun başa dönmek değil yerinde saymak. Çünkü o zaman yapabileceğiniz hiçbir şey kalmaz ve bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biriyle karşı karşıya kalırsınız. Sınırlarını fark etmek. İnsanın hayalleri gökyüzünde uçarken kendisinin yerde sürünmesi gerçekten büyük bir talihsizliktir. Merdivenleri hiç sevmiyorum bu yüzden.

Süper güçler

Tahmin ediyorum ki hemen herkesin aklına "Keşke bir az şöyle gücüm olsaydı, böyle birşeyler yapabilseydim, öyle şeyler felan yapsaydım" buna benzer düşünceler gelmiştir. Bunlar muhtemelen Türkçeye pek hakim olmayan birinin düşünceleri ama bundan daha sonra bahsederiz. İnsanlar geçmişe gidebilmek geleceği görebilmek falan istiyorlar genelde. Ben geleceği değil de şimdiyi görebilmeyi isterdim. Çünkü geçmişte yaptığım ve gelecekte yapamayacağım şeyler şu anı etkiliyor. Yaşadığım anı geleceğin sisinden ve geçmişin gölgesinden sıyırabilmeyi isterdim. Belki böyle olursa bazı şeyler daha farklı olurdu, daha iyi olurdu. Belki ben daha farklı olurdum, daha iyi olurdum, daha mutlu olurdum. Keşke eski hatalarımn gölgesi hayatıma düşmese. Bir rüzgar esse savursa tüm kaygılarımı. Böylece huzura kavuşsam ben de... Yok yav şaka yaptım. Tabii ki bir süper gücüm olsaydı onu sadece kişisel mutluluğum için harcamazdım. (Çok acınası olurdu.) En azından bu şekilde değil. Ahlak kurallarını da fizik kuralları gibi çiğnenemez yapmayı isterdim muhtemelen. O zaman çok ilginç bir güne uyanırdık bence. Normalde büyük düşünmeyi pek sevmiyorum zira bana biraz kibirli geliyor ama hayal kurarken biraz kibirlenmenin pek zararı olmaz değil mi? 

21 Ekim 2016 Cuma

Dağlar

Eğer devasa inorganik madde yığınları hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olmadığınızı düşünüyor ya da daha fazlasını öğrenmek istiyorsanız bu yazıyı okumanızı öneririm. Aslında ben yazılarıma genelde soruyla başlıyordum bu sefer değişiklik yapayım dedim, beğenmedim ama. Olsun yine de değiştirmeyecem çünkü geride yaptığınız hatalardan iz kalmazsa ders de kalmaz. Hatalarınız sizi gelecekten alıkoyacak kadar değil, orada olduğunu hissettirecek kadar rahatsız edici olmalı. Sadece geriye baktığınızda görmelisiniz hatalarınızı. Çünkü sadece bu şekilde olursa hatalar bir işe yarar. Boş yere acı çekmeye gerek yok, bırakın acılarınız işe yarasın. Maalesef ki ben bu şekilde konuşmayı sevmiyorum, fazlaca iddialı geliyor bana. Konumuz dağlar, yani dağlardı ama başka yerlere kaydı. Neyse o zaman şöyle yapalım bu seferki böyle olsun bir dahaki yazıda yazıyım dağları öyle yapalım.

13 Ağustos 2016 Cumartesi

10 adımda felsefe

14.) Kamuflaj
İyi bir felsefeci düşüncesini gizleyebilmeli, gizlenmiş düşünceleri görebilmeli ve hızlı yorgan katlayabilmelidir.(Bir yerde üçlemelerin anlamı güçlendirdiğini okumuştum. Üçlemeyi oluşturan parçaların birbiriyle uyumlu olması gerektiğini belirtmiyordu ama.) Gizlenmek önemlidir. Doğaya baktığımızda hem av hem de avcıların kamuflaj kullandığını görürüz. Gizlenmek hem saldırı hem de savunmada işe yarar. Peki nasıl gizlenelim? Rakipleriniz geyikler değil de insanlar olduğundan eski çağlardaki yaygın gizlenme yöntemleri olan yüze çamur sürmek ya da eğilerek yürümek günümüz dünyasında o kadar da işe yaramayabilir ama sorun yok zira gizlenmenin başka yolları da var. Mesela sabah uyanınca yatağınızdan hiç çıkmayabilirsiniz. Eğer yorganınız varsa onu da üzerinize örterek gayet efektif bir şekilde saklanabilirsiniz. Bu şekilde evinizin dışındaki hasmınız sizi göremeyecektir. (Çoğu kişi bilmez ama yorgan gayet etkili bir kamuflaj malzemesidir.) Peki dışarıdaysak ne yapacağız? Sorun yok yorganı çekin üstünüze ve bir köşeye geçip oturun, görenler sizi dilenci sanacak ve görmezden gelecektir. Eğer hasmınız evinizin içindeyse bu sefer bacaklarınızı kullanarak evin dışına çıkabilir ve çabuk adımlarla gözden kaybolabilirsiniz. Genelde yürüme amacıyla kullandığınız bacaklarınızı gizlenmek için de kullanabilirsiniz. Yürürken üzerinize yorgan da örtebilirsiniz eğer isterseniz. Böylece adeta görünmez olursunuz. Yorgan kışın ısı yalıtımı sağlarken, yazın insanların aklına "Bu sıcakta hangi mal yorganla koşar ki?"  sorusunu getirerek size yaklaşmalarını önler. Bunun gibi başka bir sürü örnek bulabiliriz çünkü insanlardan saklanmak kolay. Peki zor olan ne? Mesela gelecek denilen o belirsizlikten saklanmak zordur. Korkularınızdan saklanmak da öyle. Bunlardan nasıl saklanacağız? Pek işe yarayacağını sanmıyorum ama eğilmeyi deneyin bi, olmazsa üzerinize yorgan örtüp eğilmeyi deneyin. Yine mi olmadı? Belki de işin esprisi bunlardan saklanmak değildir. Yorganı üzerimizden atmamız gereken zamanlar da vardır belki.

24 Temmuz 2016 Pazar

Satranç öğreniyoruz: Son Bölüm

Bu yazı serisini yazarken yazmakta en çok zorlandığım taşlar şah ve piyon oldu. Dedim ki "Acaba en önemli ve en önemsiz taşlar oldukları için mi böyle oldu?" ama sonra durumu anladım. Şah ve piyon hakkında yazmak daha zor çünkü diğer taşlara hiç benzemiyorlar. Mesela, İkisinin de tek seferlik özel başlangıç hamleleri (açılışta iki kare ilerleme ve rok) ve başka yetenekleri var. Piyon geçerken alma özelliği sayesinde orada olmayan bir taşı yiyebiliyor, şah rok yaparken aynı hamlede iki taşı birden oynatıyor, piyon haricinde diğer tüm taşlar hareket ettiği şekilde yerken piyonun hareket etme ve yeme şekilleri farklı. Şah tehdit edilirse bundan haberi oluyor, piyon son kareye ulaşınca şekil değiştiriyor.
Piyonu biraz daha incelersek: Hareket etmek için yemek zorunda olmayan tek taş kendisi. Diğer taşlar sadece yolunun üzerindeki onu engelleyen taşları yerken piyon yolu ile alakasız onun için herhangi bir engel teşkil etmeyen taşları yiyor. Diğer taşların yaptığı şey aslında zorunluluk çünkü o kareye gitmek istiyorsa oradaki taşı yemek zorunda. Piyonda ise böyle değil, yediği her taş keyfi, kendi hareketini kısıtlamasa bile yiyor, sırf yemek için yiyor zorunluluğu yok. Ayrıca piyonlar geri gidemeyen tek taşlar. Ne olursa olsun ilerlemek zorunda ve son kareye ulaştığında daha fazla hareket edemeyecek hale geldiğinde orada öylece beklemek yerine başka bir taşa dönüşüp hayatına devam ediyor. Öldürmek zorunda olmadığı halde öldürüyor, ölmesi gereken yerde ise yeniden canlanıyor.
Piyona baktığımızda gördüğümüz şey karmaşa, kaos. Piyon ölümden şekil değiştirerek kaçmaya çalışıyor. Öte yandan şah daha huzurlu ve sakin bir taş. Oyun boyunca çok fazla hareket etmiyor. Tahtanın bir köşesinde oyunun bitmesini bekliyor. Sadece tek kare hareket ettiği için güçsüz bir taş gibi görünebilir ama aynı anda başka bir taşı hareket ettiren birisi daha yok oyunda. Rok satrancın tüm kurallarına karşı gelen bir harekettir ve şah bunu yapabiliyor. Şah basitçe umursamıyor ve tahtadaki kavgadan ziyade ölümsüzlüğe önem veriyor. Şah tam ölecekken oyun orada donuyor ve her şey ilk haline dönüp yeni bir oyun daha başlıyor. Şahı öldüremezsin ama şah da sonsuza kadar yaşamaz. Aynı hayatı tekrar tekrar yaşar ve bu seferkinde ölümden kaçmanın yolunu arar.
Oyunun en önemli ve en önemsiz taşları olarak ölümden kaçma konusunda birbirlerine bayağı benziyorlar. Diğer taşlara ise hiç benzemiyorlar. Çünkü Şah ve Piyon satranca ait değiller. Şahsi fikrim kendi çektiği filmde oynayan yönetmenler gibi satrancı bulan kişi de oyuna kendinden( İnsandan desek daha doğru olur.) bir parça kattı. Hatta 2 parça kattı. Şah ve Piyon. Piyon gibi öldürmemiz gerekmediği halde öldürüyor, sürekli ilerleme arzusu ile kendi sonumuza doğru yol alıyoruz. Diğer yandan Şahın yaptığı gibi içinde bulunduğumuz dünyayı kendi isteklerimize göre değiştiriyoruz ve ölümsüzlüğü arıyoruz. Şah da piyon da ölümsüzlüğü arıyorlar ama farklı şekillerde. Birisi hep ilerleyerek gerekirse yıkarak ama yine de ilerleyerek aradığı cevaba ulaşmayı hedefliyor. Diğer ise pek hareket etmeden olduğu yerde durarak, kendini muhafaza ederek arıyor. Ölümsüzlüğü Piyon kaosta Şah ise huzurda arıyor. Ayrıca Şah insanın koruması gereken değerlerini simgelerken, Piyon gelişme arzusu ve merak etme güdüsünü simgeliyor. Amaçları aynı ama, ölümsüzlük ya da tahtada biraz daha uzun süre kalabilmek. Cevabı biri koşmakta bulmuş diğeri durmakta. Satrançtaki kavga aslında siyah ve beyazın kavgası değil Piyon ve Şahın kavgasıdır. Ölümsüzlük peşinde koşan iki taşın cevap ararken yarattıkları yıkımdır satranç. Şah ölmeden oyunu yeniden başlatıyoruz ve bu sayede Şah ve Piyona bir şans daha veriyoruz aradıkları cevaba ulaşmaları için. Satranç hiçbir zaman bitmez, sadece taşlar bir dahaki sefere yeniden çıkmak üzere torbaya girer. Ayrıca Satranç oynarken amacımız rakibi yenmek değil öyle olsaydı Şahı öldürmeden oyuna yeniden başlamazdık. Bizim bu oyunu oynamaktaki amacımız içimizdeki Şah ve Piyonu fark etmek, ilerlemek ile muhafaza etmenin arasındaki dengeyi kurmak. Çevreyi yıkmadan gelişmenin yolunu bulmak.

Peki Şah ve Piyona ne olacak? Belki de kurallarını başkalarının koyduğu bu oyunda aradıkları cevabı hiçbir zaman bulamayacaklardır. Belki cevap tahtanın üzerinde değil torbanın içindedir. 

22 Nisan 2016 Cuma

Satranç öğreniyoruz: 6

Vezirler önemli taşlardır. Sadece satranç oynarken değil satrancın dışında da gayet işlevseldirler. Mesela kapının altına sıkıştırarak kapanmasını önleyebilirsiniz. (Bunu diğer taşlarla da yapabilirsiniz evet.) Tekrar düşündüm de aslında bu işi hiçbir satranç taşıyla yapamazsınız, çünkü satranç taşları sadece satranç oynadığımız sürece varlar. Satrançtaki vezir satranç oynamadığımız zaman sadece bir tahta(yerine göre plastik,cam veya zenginseniz altın) parçasından ibarettir. İnsanların ölünce et yığınına dönüşmesi gibi düşünebilirsiniz. Bu açıdan bakınca " Oyun bitince şah da piyon da aynı kutuya konur." yanlış bir cümle olur. Niye? Çünkü oyun bitince o kutuya konulan taşlar şah ve piyon değildir. Şah piyon vezir gibi tanımlar satranç oynandığı sürece geçerlidir. Umuyorum ki anlamışsınızdır öbür türlü yukardakilerin hepsi boşa gitmiş olacak ve boşa giden yazılar beni üzüyor. Neyse vezire geri dönelim. Satrancın en güçlü taşı olmayı kendi mi istemiştir? Acaba her yenilgiden sonra kendini suçluyor mudur? Ya da sahip olduğu güç yüzünden kibirleniyor mudur? Biz de onun kadar güçlü olmak için ne yapmalıyız? Daha bunun gibi birçok soru sorabiliriz. Niye peki? Neden piyona sormadık bu soruları? Bu sorular sadece güçlülerin cevaplayabileceği sorular mı? Piyonlar bu soruları cevaplamak için yeterince iyi değil mi? 'Ben güçlülerin ve başarılıların cevabını merak ediyorum eğer güçsüz olanların cevapları yeterince iyi olsaydı başarısız ve güçsüz olmazlardı. 'diyebilirsiniz. Kaçırdığınız bir nokta var ama, Başarının ölçütü ne kadar başarılı oduğunuz değil; (Ne kadar başarılı olduğunuz)/(Ne kadar başarılı olabileceğiniz)'dir. 100 metreyi 2 saniyede koşabilecek bir adamın 8 saniyede koşması başarı değildir bence fakat 100 metreyi 25 saniyede koşabilecek bir adamın 26 saniyede koşması başarıdır. İlk adamla konuşmak size bir şey katmaz çünkü kapasitesinin %25'ini kullanan birisi ile konuşmuş olursunuz. Daha kendi sınırlarını bile zorlayamamış birisinden öneri almak ne derece doğru olur? Peki vezir bunun neresinde? Kapasitesini ne kadar kullanıyor? Aslında boşa yazıyorum, bunların hiçbir önemi yok değil mi? Çünkü günün sonunda herkes vezir olmayı seçer piyon olmaktansa. Sonuç güzel olmadığı sürece verilen emeğin hiçbir değeri yok kimsenin gözünde. Kimse kendi başına kaldırımın kenarından çıkan otları bahçede yetiştirilen güllere tercih etmez. Güllerin kaderi şiir, resim ve kitaplarda yaşamaya devam etmekken, otların kaderi çürümektir.  Ne kadar çalışırsanız çalışın rahata alışmış tembel bir gül kadar değeriniz olmaz bazen. 

12 Nisan 2016 Salı

Satranç öğreniyoruz: At

Satrançtaki en garip hareket şekline sahip olan taş olduğu konusunda sanıyorum ki hepimiz hemfikiriz. Eğer bir atı doğal yaşamında gözlemlemeyi başarırsanız satrançtakinden çok daha ilginç bir hayatı ol... şaka lan taşın doğal hayatı mı olur oyun bitince kutuda duruyo işte. Neyse ciddileşelim. Atların hareketindeki en dikkat çekici unsur diğer taşların üzerinden atlayabilmesidir. Diğer hiçbir taş bunu yapamaz.(Evet rok diye bir şey var. Gözünüzden de hiçbir şey kaçmıyor. Atların hareketindeki en dikkat çekici unsur diğer taşların üzerinden istediği kadar atlayabilmesidir. Şimdi mutlu musunuz? Gerçekten değdi mi bunca yaygaraya?) At ile hedefi arasındaki engeller atı durduramaz. Dost düşman demez üzerinden atlar adam. Hedeflerinize ulaşmanız için önünüze çıkan her zorlukla mücadele etmenize gerek yok, kenarından köşesinden atlasanız da yeter diyor atlar bize. Buradaki esas nokta bir atı istediği kareye gitmekten alı koymanın tek yolu oraya kendi renginden bir taş koymaktır. Gerçek hayatta da biraz böyledir. Hedefimize ulaşmamızı engelleyenler düşmanlarımız değil dostlarımızdır. Arkadaşlarınız, çocuklarınız, eşiniz, sevgiliniz, anneniz, babanız olabilir bu kişiler. Yapmak istediklerinizi düşünün, sonra neden yapamadığınızı düşünün ve sonra da bana hak verin. (Yani umuyorum ki hak verirsiniz, açıkcası bu konuda pek düşünmedim direkt aklıma geleni yazdım, o yüzden yazdıklarımın yanlış olma ihtimali yüksek. Diğer yazılarıma göz attıysanız zaten buradaki yazıların birçoğunun yanlış olma ihtimalinin yüksek olduğunu fark etmişsinizdir, ama olasılıklar bizden yana olduğu zaman işin hiçbir eğlencesi kalmıyor. Bir şeyler eksik gibi o yüzden parantezi kapamayacam.
Ek Not: Tamam fikrimi destekleyecek birkaç düşünce buldum. İnsanı genelde düşmanlarından ziyade dostları engeller çünkü çoğu insanın dostu düşmanından fazladır. Normal bir insanın ortalama kaç tane düşmanı vardır ki? Sizin kaç tane var? Bir tarafta 500-600 tane arkadaşımız, akrabamız falan filan varken öbür tarafta 1-2 kişi var. Bir hedefinize ulaşmakta sorun yaşadığınızda bu sorunun kaynağının 500 adamdan herhangi biri olma olasılığı 2 kişiden biri olma olasılığından yüksektir. "Ama düşmanlarımız bizim başarısızlığımız için dostlarımızdan daha çok çaba harcar, dolayısıyla bu çabayı da hesaba katmamız gerekir. Sonuç olarak yalan yanlış hesap yapıyorsun." diyebilirsiniz. Umarım demezsiniz zira bu kadar kibir bir insan için çok fazla. Dünya sizin etrafınızda dönmüyor arkadaşlar. Dışarıdaki insanların çoğu onların çıkarlarına doğrudan bir etki etmediğiniz sürece sizi umursamaz. Siz zamanınızın ne kadarını başkalarını düşünmeye ne kadarını kendinizi düşünmeye harcıyorsunuz? Bence şimdi parantezi kapayabilirim.)

21 Şubat 2016 Pazar

Satranç öğreniyoruz: 4. Sayı

Kale aslında çok basit bir taştır. Dümdüz gider o kadar.Satranç bilmeyen birisi bile bir kaleyi doğru bir şekilde hareket ettirebilir. Bu derece basit bir taş için uzun giriş cümlelerine gerek olmadığını düşündüğüm için direkt olarak konuya girdim. Neyse kalelerden bahsetmeye devam edelim. Her ne kadar basit ve tahmin edilebilir taşlar olsalar da kaleler oldukça süper taşlardırlar. Genelde vezirden sonraki en güçlü taş olarak kabul edilirler. Bu kadar hayal gücünden yoksun bir taşın bu derece güçlü olması şaşırtıcı.(Ek olarak tahtanın en dandik yerinde duruyor bence.) Niye böyle? Çünkü adamlar çalışıyor. Görevini hakkıyla yerine getirmesi başarılı olmasının en büyük nedeni. (Mesela komodini bilen var mı? Aslında kalenin yerine bu taşı koymayı çok düşünmüşler ama 3 kare ileri gidip sonra tekrar geri gelmekten başka bir hareketi olmadığı için vazgeçmişler. En azından ben öyle biliyorum. Sonuçta yerinde sayan bir taşı kim ne yapsın? İlerlemek için bir şeyleri feda etmek gerekiyor. Bu bazen zamanınız olur, bazen sağlığınız olur, bazense, aynı kaleler gibi, hayal gücünüz olur. Hayal gücünden vazgeçmek nasıl bir histir ki acaba? Niye böyle bir şey yapmışlar ki? Bir oyunu kazanmak o kadar önemli mi? ) Kısaca kaleler eğer yeterince çalışırsak  herhangi bir yeteneğimiz olmasa da başarılı olabileceğimizin göstergesidir. Acaba kaleler kendilerini başarılı sayıyor mudur? Tahtanın köşesinde durmak için  bunca zorluğa katlanmaya değer miydi? Tabii bu bizim bakış açımız için geçerli. Kim bilir, belki de satranç onlar için sadece bir oyun değildir.

10 adımda felsefe

17.) Adımları hızlandırmak Küçükken bir hikaye okumuştum. Adamın biri at arabasını elma ile doldurmuş, yolda gidiyormuş. Bir süre ilerledikt...