Başlık çok açık oldu bu nedenle benim de açıklamama gerek kalmadı. Eğer tek vasfım yazıların başlıklarını açıklamak olsaydı bu durum benim için kötü olurdu çünkü yapacak hiçbir işim kalmazdı. İnsanın yapacak işi kalmayınca tatillerin anlamı da kalmıyor. Sınavdan önceki gün bilgisayar oynamakla sonraki gün oynamak çok farklı ama konumuz inekler. Dünyadaki inek sayısı 1.3 milyar koyun sayısı 1.2 milyar. İnsanlardan önce inek ve koyunlar bu kadar çok muydu? İnsanlardan önce onları yırtıcı hayvanlardan koruyan ve üremelerini sağlayan birileri var mıydı? Bir kilo dana eti için 10.000 litreden fazla su harcanıyor. Sular gittikçe azalırken biz hala tonlarca suyu öküz ve ineklere harcamaya devam ediyoruz. Yılda binlerce insan susuzluktan ölürken biz hala inekleri beslemeye devam ediyoruz. Bizim yaşamamız için onların ölmesi gerekmiyor muydu? Neden su gibi hayati bir kaynağı kendimizden çok ineklere harcıyoruz? Dünyanın hakimi kim?( O değil de 10 ton su da çok yav 1 kilo et için.) İnekler farklı bir yöntem seçmiş hayatta kalmak için. "Bireysel yok oluş kitlesel kurtuluş" denilen bu hayat tarzı bireylerin kendilerini feda ederek ırklarını kurtarmalarına dayanıyor. İç mekanizması hala açıklanamadığı için "İdiyopatik kitlesel kalkınma" olarak da adlandırılıyor. Sürekli öldürdüğümüz ineklerin sayısının artmasının nedeni budur. (Evet biraz uydurma gözüküyor ama depresyondaki adama verem ilacı vermek de saçmaydı ve işe yaramıştı.) Peki kandırıldığımızı ne zaman fark edeceğiz? Böyle giderse çok geçmeden yok olacağız ve biz bu dünyadan yok olduğumuz zaman inekler hala burada olacak ve sömürecekleri yeni bir canlı arayışına girecekler.
Vazgeçtim yazı dizisi olmasın bu. Bu kadar yazı yeter inekler için, dünyayı kapladılar bari interneti kaplamasınlar.
Böbreklerinize iyi bakın zira aklınızın bile sizi terk ettiği, dönüp bir daha bakamayacağınız o karanlık anlarınızda onlar hep sizinleydi.
21 Eylül 2014 Pazar
20 Eylül 2014 Cumartesi
10 adımda felsefe
8.) Hazırlık
İyi bir felsefeci hazırlık yapmasını bilmelidir ayrıca giriş cümleleri hakkında hiç iyi şeyler düşünmüyorum. Niye giriş cümlesi yazmak zorundayız ki? Keşke direk ortadan da başlayabilsek. Aslında başlayabilirim ama sanki böyle giriş gelişme sonuç olarak yazmazsam Türkçe'ye ihanet edecekmişim gibime geliyor. Sanki Karamanoğlu Mehmet Bey kafama Orhun yazıtlarını atacakmış sonra da Kaşgarlı Mahmut ve ark.. neyse abartmaya gerek yoktur belki de. Aslında abartmaya gerek var da bu konuyu abartmaya gerek yok desek daha doğru olur sanıyorum öbür türlü olursa daha önceki yazdıklarımla çelişirim. Sanırım. Geçelim bunları. Doğru hazırlık önemlidir çünkü az hazırlık yaparsanız işin sonucu belli olmaz, çok hazırlık yaparsanız da işin eğlencesi kaçar. Bazı meyvelerin vitamininin kaçtığı gibi düşünebilirsiniz. Kaçan vitaminleri yakalayamazsınız. Eğlenceyi de öyle. Bir de eğer büyük acılar çekmiyorsanız hayatı o kadar ciddiye almayın. Unutulmaması gereken bir şey daha var o da maalesef(ya da iyi ki) hayat devam ediyor. Sonuç olarak ciddiyet sıkıcı insanların diğerlerini kendi sıkıcılık seviyelerine çekme çalışmasıdır ki buna saygı duyarım çünkü adam ne yapmaya çalıştığını biliyor ama şimdiki insanlar bi dakka hani 3 tane maymun koymuşlar yukarı da muz asmışlar sonra çıkan maymunlara su sıkmışlar falan diye giden bi hikaye var ya işte onu bi aklınıza getirin önce. Yok hikayeyi bilmiyosanız google'a "maymun su sıkma" yazın gelir zaten. Konumuza dönelim şimdi bu sıkıcı adam hikayedeki ilk maymunlardansa yaptığına saygı duyarım yok niye olduğunu bilmeden başkalarını taklit eden bir malsa o zaman saygı duyulacak bir iş yapmış olmaz. Gerçi benim saygımı kazanmak ya da kaybetmek de çok matah bir şey değil, sonuçta kimse peşimden koşmuyo "eylemlerimi değerlendir lütfen" diye. Burada daha çok kendi kendime bir şeyler söylüyorum. Demek istediğim eğer birilerini sıkmak için ciddiyseniz bu bence bu güzel yok niye ciddi olduğunuz hakkında bir fikriniz yok, herkes öyle diye ciddiyseniz bu yanlış. Konumuz hazırlıktı ama niye ve nasıl buralara geldik bilmiyorum. Biraz düşünsem bulurum ama gerek de yok buna. Bence kaçan vitaminleri yakalayamazsınız, ciddi olmayın o kadar ve unutulmamalıdır ki hayattaki en büyük kayıplar geçiştirilmiş veya geciktirilmiş kahkahalardır.
İyi bir felsefeci hazırlık yapmasını bilmelidir ayrıca giriş cümleleri hakkında hiç iyi şeyler düşünmüyorum. Niye giriş cümlesi yazmak zorundayız ki? Keşke direk ortadan da başlayabilsek. Aslında başlayabilirim ama sanki böyle giriş gelişme sonuç olarak yazmazsam Türkçe'ye ihanet edecekmişim gibime geliyor. Sanki Karamanoğlu Mehmet Bey kafama Orhun yazıtlarını atacakmış sonra da Kaşgarlı Mahmut ve ark.. neyse abartmaya gerek yoktur belki de. Aslında abartmaya gerek var da bu konuyu abartmaya gerek yok desek daha doğru olur sanıyorum öbür türlü olursa daha önceki yazdıklarımla çelişirim. Sanırım. Geçelim bunları. Doğru hazırlık önemlidir çünkü az hazırlık yaparsanız işin sonucu belli olmaz, çok hazırlık yaparsanız da işin eğlencesi kaçar. Bazı meyvelerin vitamininin kaçtığı gibi düşünebilirsiniz. Kaçan vitaminleri yakalayamazsınız. Eğlenceyi de öyle. Bir de eğer büyük acılar çekmiyorsanız hayatı o kadar ciddiye almayın. Unutulmaması gereken bir şey daha var o da maalesef(ya da iyi ki) hayat devam ediyor. Sonuç olarak ciddiyet sıkıcı insanların diğerlerini kendi sıkıcılık seviyelerine çekme çalışmasıdır ki buna saygı duyarım çünkü adam ne yapmaya çalıştığını biliyor ama şimdiki insanlar bi dakka hani 3 tane maymun koymuşlar yukarı da muz asmışlar sonra çıkan maymunlara su sıkmışlar falan diye giden bi hikaye var ya işte onu bi aklınıza getirin önce. Yok hikayeyi bilmiyosanız google'a "maymun su sıkma" yazın gelir zaten. Konumuza dönelim şimdi bu sıkıcı adam hikayedeki ilk maymunlardansa yaptığına saygı duyarım yok niye olduğunu bilmeden başkalarını taklit eden bir malsa o zaman saygı duyulacak bir iş yapmış olmaz. Gerçi benim saygımı kazanmak ya da kaybetmek de çok matah bir şey değil, sonuçta kimse peşimden koşmuyo "eylemlerimi değerlendir lütfen" diye. Burada daha çok kendi kendime bir şeyler söylüyorum. Demek istediğim eğer birilerini sıkmak için ciddiyseniz bu bence bu güzel yok niye ciddi olduğunuz hakkında bir fikriniz yok, herkes öyle diye ciddiyseniz bu yanlış. Konumuz hazırlıktı ama niye ve nasıl buralara geldik bilmiyorum. Biraz düşünsem bulurum ama gerek de yok buna. Bence kaçan vitaminleri yakalayamazsınız, ciddi olmayın o kadar ve unutulmamalıdır ki hayattaki en büyük kayıplar geçiştirilmiş veya geciktirilmiş kahkahalardır.
16 Eylül 2014 Salı
10 adımda felsefe
7.) Geçmiş
Geçmişte yaşamamak lazım diyorlar ama aslında hepimiz geçmişte yaşıyoruz.(Bence öyle ama bilmiyorum gerçek nedir. Kişisel yorumum bu, zaten şu anki bilim de kişisel yorumlara dayanıyor. Tek fark bir kişinin değil de bir milyarın yorumu onun haricinde aynı. Bu da benim kişisel yorumum.) Gördüğümüz cisimlerden gelen ışık gözümüze ulaşana kadar birazcık zaman geçiyor. Dolayısıyla gördüklerimiz aslında geçmişte kaldı. Daha fazla açıklamayı gereksiz görüyorum. Anlamışsınızdır bence. Neyse geçmişte yaşamak ile geçmişle yaşamak arasında fark vardır. Böyle demişken şu özlü söz (ya da aforizma, aforizma deyince sanki daha bi önemli gibi oluyor.) konusuna geri dönelim bence. İyi bir felsefeci saçma sapan sözleri anlamlıymış gibi gösterebilmelidir. Ayrıca bu tek cümlelik saçma şeyler sizleri herhangi bir tartışmada birkaç adım ileriye taşıyabilir. Karşınızdaki şahsa bağlı olarak size tartışmayı kazandırabilir de hiçbir işe yaramayabilir de. Etki yelpazesi geniş. Bu sayede kendinizi hiç beklemediğiniz bir yola girmiş halde bulabilirsiniz ki bu çok güzel bir şeydir. Bazen. Konumuza dönersek; özlü söz uydurmak sabır gerektiren bir iştir. Fazla anlaşılır olursa etkisini olmaz "ağaçlar oksijen üretir." gördüğünüz üzere etkisiz. Çok anlaşılmaz olursa da bu sefer aforizmanız birkaç anlama birden gelebilir ve bu hem sizin anadilinize hakim olmadığınızı gösterir hem de bu farklı anlamlar yüzünden avantaj rakibinize geçmiş olur. Haa ben hava atcam tartışmalarda kullanmayacam derseniz o zaman sallayın gitsin "Çürük bir ağacın oksijenle ilişkisi gibiydi ilişkimiz" bu nedir şimdi? En az 3 farklı anlam çıkar bu sözden ve bu bir zayıflıktır. Onu boş verin de ya da boş vermesek mi? Benim de kafam karıştı. Tema olarak aşk kullanabilirsiniz bence, herkes kullanıyor, piyasası iyi. Adalet, özgürlük falan da olabilir aslında. Zaman olur mu? Zaman hakkında bilginiz yoksa yazmayın yok eğer biraz bilginiz varsa zaten yazmazsınız.
11 Eylül 2014 Perşembe
Niye yaşıyoruz?
Bugün herkesin merakla beklediği, sürekli düşündüğü ve cevabını öğrenmek için birbirlerine sopayla saldırabilecekleri bir soruyu derinlemesine inceliyoruz. Belki biraz abartmış olabilirim ama abartma eylemi sadece insanların sahip olduğu mükemmel bir özelliktir. Kutup ayıları ya da tornavidalar abartamazlar. Onlar dünyayı olduğu gibi görürler(Tornavidadan emin değilim. O muhtemelen hiçbir şeyin farkında değil ama kim bilir? Bir zamanlar insanları hasta eden gözle görülemeyen küçük sefil yaratıkların olduğu fikri de oldukça gülünç bir fikirdi ama modern tıp anlayışı bu teori üzerine kurulu.) ve bu nedenle doğanın izin verdiğinden öteye gidemezler. Abartmak insanlığın en büyük silahıdır. Eğer abartmasaydık gelişemezdik. Kendi Özelliklerimizi abarttık ve bunlar bir süre sonra gerçeğe dönüştü. "Acaba uçabilseydik nasıl olurdu? Belki de 10-20 kat hızlı koşabiliriz. Sesimi denizin ötesine ulaştıracam. Ay'da yürümek istiyorum. Keşke Venüs'ü havaya uçursam." (Sonuncusu gerçekleşmedi... Henüz.) Abartmak aynı zamanda hayal kurmaktır da ve insanların hayati ihtiyaç listesinde ilk 10'dadır. Hayal kurmayan insan ölür. Günümüz şartlarında çalışan insanların hayal kurmaya pek vakitleri olmuyor o zaman neden ölmüyorlar? Çünkü uyanıkken yapamadıklarını uyurken yapıyorlar ve rüya görüyorlar. Uykusuz kalan insanların ölmesinin nedeni de budur. Rüya göremezsen ölürsün.(Rüya gördüğünü hatırlamazsan ölürsün ve rüya göremezsen ölürsün farklı cümlelerdir.) ama bu hayallere çok da bağlanmamak lazım. Geçmiştekilerin hayalleri şimdi bizim ayaklarımızın altında. Bizim hayallerimiz de gelecekte ayaklar altında olacak. Yani şu anda bir ömür harcadığınız bir fikrin ilerde göreceği değer sizi üzebilir ama üzmesin.(Ya da üzülün napıyım.) Aslında niye yaşıyoruz sorusuna cevap verecektim ama görüyorum ki çok başka yerlere gitmiş konu o yüzden boş verin yav bu sefer açıklama yapmakla uğraşmak bana çok boş gözüktü. Başlıkla tamamen alakasız bir yazı yazdım evet ama dünyada açıklanmayı bekleyen daha büyük sorular var. Örneğin; kettle suyun kaynadığını nasıl anlıyor ya da ufak kağıt parçaları için bir insan ne kadar alçalabilir gibi.
10 Eylül 2014 Çarşamba
10 adımda felsefe
6.) Gelecek
İyi felsefe yapmak için gelecek üzerine çok fazla düşünmememiz gerekiyor. Çünkü geleceğe çok fazla takılmak bizi şu anki eylemlerimizden alıkoyar ve eğer gelecek üzerine çok fazla düşünürsek neler olacağını bilme ihtimalimiz var. (Bayağı düşük aslında ama niye riske girelim ki) Öyle olursa da yaşamak çok sıkıcı olur. Sonunu bildiğin filmi izlemek gibi. "Saçma, zaten geleceği biliyoruz, hepimiz öleceğiz." diyebilirsiniz. Aslında mantıklı da olur başındaki saçma kelimesi hariç. Onu söylemeyin lütfen. (Bu arada mantık Newton fiziği gibidir. Newton fiziği ile hareket eden gezegenleri ya da koşan gergedanları hesaplayabilirsiniz, ama iş atomlara ya da karadeliklere gelince pek de işe yaramaz. Size yeni bir şey gerekir.) Neyse konumuza dönelim;vazgeçtim dönmeyelim, biraz gerçeklerden bahsedeyim. Nefes alırken amacımız oksijen moleküllerini almak ama havanın sadece %20'si oksijendir geri kalan %80'i azot %2'si de karbondioksit falan filandır. (Toplayınca %102 ediyor çünkü havanın genleşme özelliği vardır. Evet yüzde hesaplarında bile genleşebilir hava. Eğer topraktaki mineralleri toplasaydık %100 çıkardı. Çünkü toprak çok sıkıcı ve genleşemez. Sıkıcı olmasaydı da genleşemezdi bu arada.) Yani soluduğumuz havanın sadece beşte biri gerçekten ihtiyacımız olan oksijen, zaten onun da beşte birini falan alıyoruz gerisini geri veriyoruz. Peki %100 oksijen solursak ne olur? Başımız döner, sersemleriz. Vücut dengemiz bozulur diyelim kısaca. Yani saf oksijen bize zarar verir. Gerçekler de böyledir. Eğer birine %100 gerçek verirsen ona zarar verirsin. O yüzden eğer insanlara yardım etmek onlara bir şeyler öğretmek isityorsanız söyleyeceklerinizi seyreltmeniz gerekir. Eğer insanları ikna etmek istiyorsanız... neyse bunu başka bir yazı da yazıyım buraya sıkıştırmaya gerek yok. Bu arada gelecek hakkındaki sonra fikirlerimi de yazıyım öyle bitireyim. İstek kipi çok güzel bir kip.
Bir de şöyle düşünelim; Eğer sonumuzu bilirsek hayat sıkıcı olur. Şu anda hayat sıkıcı değil. (En azından bana göre değil sizi bilmiyorum ama.) O zaman demek ki sonumuzu bilmiyoruz. Buradan başka bir sonuç daha çıkıyor demek ki ölüm bir son değil. Bu nasıl mantıklı mı?
İyi felsefe yapmak için gelecek üzerine çok fazla düşünmememiz gerekiyor. Çünkü geleceğe çok fazla takılmak bizi şu anki eylemlerimizden alıkoyar ve eğer gelecek üzerine çok fazla düşünürsek neler olacağını bilme ihtimalimiz var. (Bayağı düşük aslında ama niye riske girelim ki) Öyle olursa da yaşamak çok sıkıcı olur. Sonunu bildiğin filmi izlemek gibi. "Saçma, zaten geleceği biliyoruz, hepimiz öleceğiz." diyebilirsiniz. Aslında mantıklı da olur başındaki saçma kelimesi hariç. Onu söylemeyin lütfen. (Bu arada mantık Newton fiziği gibidir. Newton fiziği ile hareket eden gezegenleri ya da koşan gergedanları hesaplayabilirsiniz, ama iş atomlara ya da karadeliklere gelince pek de işe yaramaz. Size yeni bir şey gerekir.) Neyse konumuza dönelim;vazgeçtim dönmeyelim, biraz gerçeklerden bahsedeyim. Nefes alırken amacımız oksijen moleküllerini almak ama havanın sadece %20'si oksijendir geri kalan %80'i azot %2'si de karbondioksit falan filandır. (Toplayınca %102 ediyor çünkü havanın genleşme özelliği vardır. Evet yüzde hesaplarında bile genleşebilir hava. Eğer topraktaki mineralleri toplasaydık %100 çıkardı. Çünkü toprak çok sıkıcı ve genleşemez. Sıkıcı olmasaydı da genleşemezdi bu arada.) Yani soluduğumuz havanın sadece beşte biri gerçekten ihtiyacımız olan oksijen, zaten onun da beşte birini falan alıyoruz gerisini geri veriyoruz. Peki %100 oksijen solursak ne olur? Başımız döner, sersemleriz. Vücut dengemiz bozulur diyelim kısaca. Yani saf oksijen bize zarar verir. Gerçekler de böyledir. Eğer birine %100 gerçek verirsen ona zarar verirsin. O yüzden eğer insanlara yardım etmek onlara bir şeyler öğretmek isityorsanız söyleyeceklerinizi seyreltmeniz gerekir. Eğer insanları ikna etmek istiyorsanız... neyse bunu başka bir yazı da yazıyım buraya sıkıştırmaya gerek yok. Bu arada gelecek hakkındaki sonra fikirlerimi de yazıyım öyle bitireyim. İstek kipi çok güzel bir kip.
Bir de şöyle düşünelim; Eğer sonumuzu bilirsek hayat sıkıcı olur. Şu anda hayat sıkıcı değil. (En azından bana göre değil sizi bilmiyorum ama.) O zaman demek ki sonumuzu bilmiyoruz. Buradan başka bir sonuç daha çıkıyor demek ki ölüm bir son değil. Bu nasıl mantıklı mı?
9 Eylül 2014 Salı
5 dakika
Bu yazıyı yazmak için kendime 5 dakika verdim. Artık süre bitinceye kadar yazacağım ne kadar olursa. Ana fikrim şuydu "Hiroşima'da 5 saniyede 70 bin insan öldü. Mohaç meydan savaşında yarım saatte imparatorluk çöktü( Biraz abartmış olabilirim.) o zaman 5 dakika aslında az değil. Bu hesapla bu yazı yaklaşık 400 bin insanın ölümü ile Yozgat'ı ele geçirmek arasında bir yerlerde olmalı. Şimdiden 3 dakka geçti bile. Hedefime ne kadar yaklaştım bilmiyorum. Bu yazıyı tamamlayabileceğimden de emin değilim. tamamlayabileceğimden kelimesi uzunmuş insan yazarken fark etmiyor. Klavye ile yazarken kalem ile yazarken yazdığın o duygu yok aslında. (Şaka yaptım klavye daha rahat. Kağıt kalem ile yazmanın da ek bir duygusu yok. aslında bu açıdan bakınca şaka yapmamış yalan söylemiş oldum.) Denemeyin arkadaşlar 5 dakikada yazı yazacam diye. Sıkıştırmayın i
Yukarıya kadar yazabildim ama yazının birçok eksiği var. Asıl sorun eksiklerinde değil de fazlalıklarında. Çıkarılması gereken yerler var. İnsan hayatı da böyledir. Eksiklikler fazlalıklardan daha kolay telafi edilir. Delik bir ayakkabı ile içinde taş olan ayakkabıdan daha uzun süre yürürsünüz. Fazlalıklar insanı yorar ve yıpratır. Maalesef yapabileceğiniz pek bir şey yok bu konuda. Elinizden gelen tek şey beklemek olur. Bir de zamanın onları sizden daha önce aşındırmasını ummak.
Yukarıya kadar yazabildim ama yazının birçok eksiği var. Asıl sorun eksiklerinde değil de fazlalıklarında. Çıkarılması gereken yerler var. İnsan hayatı da böyledir. Eksiklikler fazlalıklardan daha kolay telafi edilir. Delik bir ayakkabı ile içinde taş olan ayakkabıdan daha uzun süre yürürsünüz. Fazlalıklar insanı yorar ve yıpratır. Maalesef yapabileceğiniz pek bir şey yok bu konuda. Elinizden gelen tek şey beklemek olur. Bir de zamanın onları sizden daha önce aşındırmasını ummak.
4 Eylül 2014 Perşembe
Doğa ve İnsan
Başlık sayesinde konunun yeterince anlaşıldığını düşünüyorum ve bu nedenle bir giriş cümlesi yazmaya gerek görmüyorum.( İlk cümleyi yazmak zor bir şey . Devamındakileri yazmak da zor ama ilk cümle de zor. Bence yani. Neyse) Vazgeçtim giriş cümlesi yazacam. Bugün yıllarca dayatılan yeşili sev doğayı koru fikrinin altındaki gerçeklerden bahsetmek istiyorum. Yazının ana fikrini şimdiden vereyim." Doğa düşmandır ve yok edilmelidir." Öncelikle doğanın ne olduğunu bilmemiz gerekiyor ki onu neden yok etmemiz gerektiğini anlayalım. Doğa ağaç değildir, nesli tükenen pandalar değildir, tavuklaşan dinozorlar da değildir.( ki bu hikaye beni oldukça etkilemiştir bir zamanların velociraptorları tyrannosaurusları şimdi yumurtlayıp koşan ufak yaratıklar haline gelmiş ama bu başka bir yazının konusu olsun bence) Bunlar sadece doğadan kaçamayan zavallı yaratıklardır. Bunlar kurbandırlar. Doğa aslında bir kurallar bütünüdür. Temelindeki kural ise "Güçlü olan zayıfı ezer."dir. Keşke "Güçlü olan hayatta kalır." olsaydı o zaman zayıflar yok olacağı için canlılar giderek güçlü hale gelirdi ama öyle olmuyor. Bu konuyu biraz daha irdelersek; korsanlıkla geçinen kuşlar var. Diğer kuşların yakaladıkları balıkları onlardan çalan canlılar bunlar. Bu nasıl bir manyaklıktır? Hayvanlar bile çalışmadan kazanmanın yollarını arıyorlar. Dünyadaki kötülüklerin nedeni insanlar değil, hayvanlarda da var bi sürü katil, hırsız, yalancı sanırım vergi kaçırma haricindeki kötülükler hayvanlarda da mevcut. Neyse gördüğünüz gibi bu kuşlar balığını koruyamayan zayıf kuşları kullanarak yaşıyorlar. Onları öldürmüyorlar ki daha sonra da çalabilsinler balıkları. İşte savunulan doğanın gerçek yüzü bu. Doğa bencil olmayı gerektirir, zalim olmayı gerektirir. İnsanlardaki kölelik kavramı, kadının ikinci sınıf insan muamelesi görmesi de aynen doğanın bizden yapmamızı istediği şeydir. Köpekler bile biraz doyunca hemen sağa sola işeyip kendi sınırlarını ilan ederler. Kral mı olmak istiyor artık bilmiyorum. Kısaca doğa der ki: "sadece kendini düşün." Bunu önermiyorum ben, benim önerdiğim şöyle bir şey " ilk kendini düşün." Ayrıca doktorluk kavramı doğrudan doğruya doğa düşmanı olmaktır. Sadece güçlünün değil herkesin yaşamasını istemektir. Eğer tüm insanların iyiliği yerine sadece kendi iyiliğinizi düşünüyorsanız kesinlikle bir doğaseversiniz. Yapmayın etmeyin. İnşallah doğanın gerçek yüzünü görmüşsünüzdür. Bir sonrakinde de doğayı nasıl yok edebiliriz onun hakkında bir kaç fikrim var onları yazıyım. Sonuç olarak gelin bir panda da siz tekmeleyin. Bunu yapmak zor çünkü soyları tükeniyor ve bu yüzden etrafta pek dolaşmıyorlar.
3 Eylül 2014 Çarşamba
Öz 10 adımda felsefe
6.) Unutmak
Eğer çok iyi felsefeci ya da felsefe olmak istiyorsanız unutmayı öğrenmelisiniz. Aslında bu yazı dizisinin başında belirtmem gereken bir şey vardı ama şimdi aklıma geldi şimdi yazıyım artık napalım. Felsefe yapılmaz olunur. Mesela "Ben felsefe oldum. Ahmet felsefe oldu." gibi.(Sensin saçma.) (Bir önceki cümleyi okuyup çok saçmaymış diye düşüneceğinizi düşünüp parantezi ona göre yazdım. Sonra bu yaptığımı belirtmek istedim çünkü bu yazı kendi kendine uzamayacak benim bir şeyler yazıp doldurmam gerekiyor.) Peki neden bu yazıyı doldurmaya çalışıyorum; Neden parantez sanki hiç koymamışım gibi yazmaya devam ettim! Neden noktalama, işaretlerini gelişigüzel dağıtıyorum? (Bozuk saat bile günde 2 kez doğruyu gösterir ya işte o yüzden tuttu bu noktalama işareti de( Niye açıkladım[ nedeni yok. Yani varda be n açık lamaya üşendim.. 6. maddeye ne yazacağımı unutmasaydım bunlar olmayacaktı ama hayat böyle yapacak bir şey yok. Yapacak bir şey yok deyince determinist mi oluyoz ki? Neyse konumuza dönelim. Hayattan zevk almanın püf noktası unutmaktan geçer. Bir örnekle açıklayalım; şimdi yemek yesem bundan zevk alırım. Şimdi kitap okusam da zevk alırım. Yarın aynı yemeği yesem zevk alırım. 1-2 hafta sonra aynı kitabı okusam pek zevkli olmaz. Niye? Çünkü vücudumuz unutkandır, yediğimiz yemek sindirilir gider, aynı şekilde depolanmaz ama beynimiz böyle işlemez okuduğumuz kitap yemek gibi bir sindirime uğramaz aynı şekilde kaydedilir beynimize bu yüzden aynı kitabı okumak sıkıcı olurken aynı yemeği yemek olmaz. Demek ki yalan söyledim hayattan zevk almanın püf noktası unutmak değil değişmekmiş. Eğer bir şey aynı kalırsa sıkıcı olur ve sıkıcı olan şeyler patlar. Mesela yıldızlar patlar çünkü sıkıcılar. Dünya patlamaz çünkü önceden dinozorlar falan vardı şimdi insanlar falan var yani değişiyor o yüzden patlamaz. Eğer patlamak istemiyorsanız değişin. Yazıda bir şey unuttum gibi ya da bir şey fazla tam bilemedim bulan olursa ve söylerse sevinirim.
Eğer çok iyi felsefeci ya da felsefe olmak istiyorsanız unutmayı öğrenmelisiniz. Aslında bu yazı dizisinin başında belirtmem gereken bir şey vardı ama şimdi aklıma geldi şimdi yazıyım artık napalım. Felsefe yapılmaz olunur. Mesela "Ben felsefe oldum. Ahmet felsefe oldu." gibi.(Sensin saçma.) (Bir önceki cümleyi okuyup çok saçmaymış diye düşüneceğinizi düşünüp parantezi ona göre yazdım. Sonra bu yaptığımı belirtmek istedim çünkü bu yazı kendi kendine uzamayacak benim bir şeyler yazıp doldurmam gerekiyor.) Peki neden bu yazıyı doldurmaya çalışıyorum; Neden parantez sanki hiç koymamışım gibi yazmaya devam ettim! Neden noktalama, işaretlerini gelişigüzel dağıtıyorum? (Bozuk saat bile günde 2 kez doğruyu gösterir ya işte o yüzden tuttu bu noktalama işareti de( Niye açıkladım[ nedeni yok. Yani varda be n açık lamaya üşendim.. 6. maddeye ne yazacağımı unutmasaydım bunlar olmayacaktı ama hayat böyle yapacak bir şey yok. Yapacak bir şey yok deyince determinist mi oluyoz ki? Neyse konumuza dönelim. Hayattan zevk almanın püf noktası unutmaktan geçer. Bir örnekle açıklayalım; şimdi yemek yesem bundan zevk alırım. Şimdi kitap okusam da zevk alırım. Yarın aynı yemeği yesem zevk alırım. 1-2 hafta sonra aynı kitabı okusam pek zevkli olmaz. Niye? Çünkü vücudumuz unutkandır, yediğimiz yemek sindirilir gider, aynı şekilde depolanmaz ama beynimiz böyle işlemez okuduğumuz kitap yemek gibi bir sindirime uğramaz aynı şekilde kaydedilir beynimize bu yüzden aynı kitabı okumak sıkıcı olurken aynı yemeği yemek olmaz. Demek ki yalan söyledim hayattan zevk almanın püf noktası unutmak değil değişmekmiş. Eğer bir şey aynı kalırsa sıkıcı olur ve sıkıcı olan şeyler patlar. Mesela yıldızlar patlar çünkü sıkıcılar. Dünya patlamaz çünkü önceden dinozorlar falan vardı şimdi insanlar falan var yani değişiyor o yüzden patlamaz. Eğer patlamak istemiyorsanız değişin. Yazıda bir şey unuttum gibi ya da bir şey fazla tam bilemedim bulan olursa ve söylerse sevinirim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
10 adımda felsefe
17.) Adımları hızlandırmak Küçükken bir hikaye okumuştum. Adamın biri at arabasını elma ile doldurmuş, yolda gidiyormuş. Bir süre ilerledikt...
-
Tornavidalara tarafsız bir gözle baktığımızda tornavida ile vida sıkmak ve çekiçle çivi çakmak benzer eylemlerdir. ikisi de birbirinden bağ...
-
18. Sanat İyi bir felsefeci sanat hakkında bilgili gözükmelidir. Bu sayede çevrenize hava atabilirsiniz. Gerçekten bilmenize gerek yok ama ...
-
17.) Adımları hızlandırmak Küçükken bir hikaye okumuştum. Adamın biri at arabasını elma ile doldurmuş, yolda gidiyormuş. Bir süre ilerledikt...